Biricik kardeşim Furkan Lüleci Atilla İlhan Bilim Sanat Kültür Vakfı’nın liseler arası düzenlediği kompozisyon yarışmasında Türkiye’de 4. Olarak dereceye girmiş ve mansiyon olarak bir koli kitapla bir plaket kazanmış.
Yarışmaya katılan eserler ilk olarak şubat ayının ilk haftasında Türkiye çapında oylamaya sunulmuş. Ve bu oylama sonucunda 7 eser seçilerek masrafları yarışmayı düzenleyen vakıf tarafından karşılanmak üzere istanbu’la davet edilmiş
Sevgili kardeşim seçildiği eserinde sırtını Atatürk’e yaslayarak rant sağlama peşinde olan kişilerden, ülkemizde tanımlanan laiklik tanımının tamamen yanlış olduğundan, ülkemizin ilim yoluyla aydınlanabileceği gibi ve benzeri konulardan bahsetmiş
Kendisini tebrik ediyorum.
Kompozisyonunu merak eden arkadaşlar ve yorum yapmak isteyenler için işte kompozisyon ?
DOGMATİZM’DEN SIYRILIŞ
Son dönemlerde Atatürk adı o kadar çok boş kullanıldı ki geldiğimiz nokta sadece bir liderin adı olmaktan öte bir bakış açısı olan bu sözcüğü kavram olma özelliğine zarar verdi. Bu zararı bertaraf etmek sanırım bu yağmaya son vermek için birçok özdeyişi yeniden ele alıp güncelliği konusunda Atatürk’ü hakiki bir mürşit olarak kabul etmekten geçiyor.
Geçmişte sıkça görülen bir durum da, Atatürk’ün hemen hemen her iş kolu ya da zümre için bir özdeyiş söylemiş olduğu yalanıdır. Şüphesiz ki ulu önder, yaşamının çeşitli evrelerinde özdeyişler söylemiştir. Ancak bazı özdeyişleri söylemediği halde söylemiş gibi göstererek sırtını Atatürk’e yaslayıp rant sağlama 20. yüzyılın son çeyreğinde oldukça popülerdi. Pekâlâ nedir bu sözler? Hiçbir tarihi kaynak Atatürk’ün “Şoförler önden gider.” imza M. Kemal Atatürk sözünü doğrulayamaz. Buna rağmen bu söz Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonu tarafından merkez binasındaki giriş büstünde yazmaktadır. Yine “İstikbal Göklerdedir!” sözü tarihi kaynaklarca doğrulanmamış olmasına rağmen Türk Hava Kuvvetleri tarafından, gençleri havacılığa özendirmek için kullandığı –daha- masumane bir özdeyiş uydurmasıdır. Atatürk Mutlaka ki her bir kurum için söz söylemiş olamayacaktır. Ama en çok sözü, gelecek nesilleri aydınlatmak, onlara mesajlar vermek için mecliste ya da demeçlerinde kullanmış ve üzerinde durmuştur.
O, yaşadığı dönemde kurduğu cumhuriyeti emanet edebileceği birini işaret edememiş, meclis ve millet tarafından seçilecek kişilerin Türk gençliğince denetlenmesini istemiştir. Bu nedenle gençliğe hitabeyi yazmış ve Cumhuriyet’in yetiştireceği gelecek nesillerden yaşanılanları anlamasını ve ulusun geleceğini buna göre tayin etmesini beklemiştir. İşte bu kaygılar doğrultusunda Atatürk birçok kez gençlere seslenmiş ve kendilerine bilimin, aydınlamanın yolunda bir rota çizmelerini öğütlemiştir. “Efendiler” diye başladığı her konuşma değil, aslında öylesi bir liderin ağzından çıkan her harf kayda değerdir. Yine öğretmenlerden oluşan bir toplantıda yaptığı konuşmada “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” derken birçok temellendirilebilir argümanı kapsayan bir cümle sarf etmiştir. Mutlaka cümlenin kendisinden çıkarılabilecek temel anlam, bilimi kılavuz edinmektir. Ama ben yine de bu konuyu biraz daha derinden ele alarak o dönemin dini ve toplumsal yapısıyla olayları değerlendirmek istiyorum.
Toplumumuzda söylenegelen bariz yanlışlıklardan biri de laiklik tanımıdır. İlk duyulduğunda ikna edici olmaktan ziyade iddialı bir açıklamaymış gibi gelebilir. Buna rağmen, toplumun tükettiği laiklik tanımı, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması üzerine odaklanmıştır. Bunu yanlış kılan faktör Fransa’daki sekülerizm tanımıyla karşılaştırıldığında fark edilmektedir. Çünkü sekülerizm kendini aynı tanımla ifade etmektedir. Fransız devrimini bilenler hemen doğrulayacaktır ki, sekülerizm; devletin işlerliğini dinden uzaklaştırmak amacıyla kilisenin etkisini yok etmek, bu baskıyı devletin üzerinden kaldırmak için yaratılmış savdır. Bilindiği gibi orta çağ döneminin skolâstik felsefesi Avrupa devletleri üzerinde baskı yaratmış ve çok büyük gerilemelere, devlet otoritesinin dinin altında kalmasına neden olmuştur. Kiliseye verilen bu tavizin sonlandırılma çabasının ürünü olarak Fransız devrimi düşünürleri liderleri sekülerizmi devletin olmazsa olmaz şartları arasında kabul etmeye zorlamışlardır.
Peki ya laiklik? Laiklik sekülerizmin aksine bir tavır çizmese de anlam olarak sekülerizmden ayrılır. Genel olarak, bu dünyayı akılla, diğer dünyayı inanç yoluyla açıklama çabasıdır. Bu kavram bu şekilde ele alındığında görülür ki, dünya ile ilgili her işinizi ve ifade çabanızı akıl yordamıyla açıklayın dini ve inançlarınızı buna karıştırmayın, ahiret ya da dini inanışlarınızla ilgili konularda inançlarınız devreye girsin, buraya da aklınızı fazla ön planda tutarak yaklaşmayın demektir. Çünkü din ve inançlar bir kabulle başlar. Oysa bilimde her şey ispatlanabilir olmalıdır. Kabuller sadece işlerliği artırmak için bir araçtır.
Fark ettiğiniz gibi laiklik hayatın her alanında var olmasına rağmen, sekülerizm sadece devlet meseleleri üzerinde vücut bulur. Bu nedenle Gazi Mustafa Kemal, yeni nesilleri yetiştirecek öğretmenlere bir perspektif sunmuş, onlara bir yol haritası işaret etmiştir. Hele ki savaştan çıkmış, tekke ve zaviyelerle başı belaya girmiş, sahte şeyhlerle boğuşmuş, yakasını bir türlü din tacirlerinden kurtaramamış bir toplumun o dönemde ilerleyebilmesi için bilimi gerçekten bu yol haritasıyla takip etmesi ve bu kuram üzerine yeni nesiller yetiştirmesi belki de bu problemlerden kurtulmak için tek çıkar yol olmaktadır.
Toplumsal olarak başlangıç noktamız 1920’lerde bu şekildeydi. Peki bugün bu durum değişti mi? Açık konuşmak ne kadar doğru olur bilmem ama açıklıkta fayda görüyorum, bilimi kılavuz kabul etmek bu dünyanın vazgeçemediği bir seçenektir. Diğer seçenekler uluslara ya da devletlere ne ekonomik ne de siyasi güç getirmiştir. Şüphesiz ki inanç ve iman, toplumun dirayetini artıran ve o toplumda harç görevi gören bir etmendir. Fakat toplumsal ihtiyaçları karşılamak ya da uluslar arası konjöktürde saygın bir toplum olmak noktasında inanç ve iman daha çok devletin yumuşak karnı olarak görülmektedir. Bilimselliği topluma ışık tutan, yol gösteren bir sistem olarak kabul etmek, uygar devletlerin temel eğitim ve varoluş politikasıdır. Çünkü bilimsellik ekonomik anlamda bir güç sağlamaktadır. Ekonomik gücün siyasi gücü de yanında taşıdığı yadsınamayacağına göre, bilim bizim için tek çıkar yoldur.
İşte bu denklemle ele alındığında sadece öğretmenler ve yetişen yeni nesiller için değil, tüm bireyler için vazgeçilmez bir kılavuzdur bilim. Defalarca kandırılmış, cahilliğinden defalarca faydalanılmış bir toplumun, sıkça tüketilmiş ve içi kavramsal olarak boşalmış çözümü mutlaka ki eğitimdir. Fakat eğitim demek bizim için kurtuluş değildir. Siyasilerin ve ilgili bakanlıkların çözmesi gereken, sorun şudur; nasıl bir eğitim?
Bu sorunun cevabı Mustafa Kemal’in şu sözlerinde yatar; “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir”. Yani eğitimidir. Kısacası bu dünyayı aklıyla açıklama çabasında olan, bilimsel gerçekliklerle, mantıklı düşünebilmeyi kavramış, karşılaştığı her olayı doğrudan kabul etmeden, inceleyerek ispatlayarak yaklaşan, gelişmek ve ilerlemek isteyen, okuyan, her okuduğuna da inanmayan, araştırmaya sevk eden bir gençlik yaratmayı hedefleyen eğitim sistemine kavuşmakla mümkün olacaktır cumhuriyet mirasını korumak.
slm benim soy ısmım de lüleci senin le gurur duyu yorum neden dersen butun lüleciler akraba oldu u icin allah başarını daim eylesin.
bnm soyadımda lüleci 🙂 ama furkan lüleciyi tanımıyorum :s
Tebrikler 🙂